Beril,
evinin kapısına yaklaştı... Anahtarı çevirirken, akşam yapacaklarına dair
planları aklından geçiriyordu. Yorgundu... Kapıyı açmasıyla, ertelediği her iş onu içeri davet etti.
Yolunda gitmeyen bir şeyler hep vardı. Ailesinden uzakta, kendine ait bir evde yaşayarak
mutlu olacağını zannetmişti. İlk
zamanlar, -iyi ki de bu kararı vermişim-, diye kendince haklı sebepleri de vardı.
Bugünün işini yarına bırakmayan bir annesi vardı ve ondan yeterince ders
almadığını hissetti.
Hayattan umduğu ile bulduğu arasındaki farkı her gece yatmadan çek ederdi. Bu arayış, bu sorular, mükemmele ulaşma arzusu, hayattan umduğunu bulamamanın burukluğu, bazen ayağını yere basmıyormuş da boşlukta yürüyormuş gibi zannetmesi…
Ama her güne güzel bir ümitle başlaması; "Galiba beni koruyan duygu bu!" diye içinden geçirdi. O sırada telefonuna bir bildirim geldi. Hem yakın arkadaşı hem de komşusu olan Aysu, Beril’in kuzeni Elif’le yürüyüşe çıkmış ve sosyal medyada bir paylaşım yapmışlardı. Fotoğrafın altında ise “Güçlü kaslar, mutlu hayatlar” şeklinde bir not vardı. Beril arkadaşlarından etkilenerek “Ben de akşam yürüyüşlerine çıkmalıyım” diye, düşündü. Mutlu olmak için iyi bir adım olacaktır benim için, diye içinden geçirdi. Eşofmanlarını giyerek evin yakınındaki parka gitmek üzere hazırlandı. Hedefini belirledi ve on bin adım için harekete geçti. Yürürken arada kafasını yukarı kaldırıp, “Oh be dünya varmış!” diye derin bir nefes alıyor ve içi açılıyordu.
Beril
son beş yılda üç farklı sektörde işe girmiş ve hiç birinde mutlu olamamıştı.
Ailesiyle yaşamak istemediği için eve çıkmıştı ama ev arkadaşıyla da süreç iyi
gitmiyordu. Aklına birçok düşünce hücum ediyordu gün içinde ve işin içinden
çıkamıyordu. Keşkeleri sıralıyordu…
“Keşke
ailemle yaşamaya devam etseydim, bu kadar bireysellik bana göre değilmiş…” diye
düşündü. Girdiği işi de arkadaşlarının yapıcı olmayan tavsiyelerinden dolayı
bırakmıştı. Halbuki insanların çoğu, karşısındakinin ihtiyacını düşünmeden
anlık olarak iyi hissettirmek için yorumlar yapabiliyordu. “Keşke kimseyi
dinlemeseydim! Keşke… Keşke…"
Genel
olarak hayatında kendini mutsuz hissediyordu. Tüm süreçlerde kim, nasıl mutlu
olmuş sorusunun peşindeydi. “Arzu alışverişe gitmiş, ben de gitmeliyim... Gözde
Maldivlere tatile gitmiş, ben de gitmeliyim... Şeyma makyajını değiştirmiş, ben
de mi öyle yapsam…” Liste o kadar uzundu ki artık yetişmediği için boğuluyor
gibi hissediyordu.
Birinin
yaptığını taklit etmek, onun hayatını örnek almak mıydı? Peki ben ne istiyorum,
sorusu daha kıymetli değil miydi?
Şu
ana kadar kendi için yaptığı en iyi şey; hayatına yürüyüş katmaktı. Yürüyüşe
devam ettikçe her gün daha da kendine gelmeye başladı, keşkeleri azalmaya
başladı…
İnsan
kendi mutluluğunu nasıl tasarlamalıydı? Birileri evlenip çocuk sahibi olmayı
tercih ederken, başkaları dünyayı gezme planları yapıyordu. Kimisi kendini
işine ve kariyerine adamışken, bir diğeri kendini ailesine adıyordu. Hangisiydi
doğru olan?
Her
insanın mutluluğu kendi dünyasında, kendi bireysel niyetinde gizliydi.
Başkalarının hayatlarına odaklanmadan yaşanan, herkese özel tasarlanmış biricik
mutluluk tarifleri olmalı değil miydi? İnsanların fazla dikkatini çekmeden,
kendi doğal sürecini kendi akışında, prensipleri olan, değerleri olan,
pişmanlığı ve onarma gücü olan bir insana dönüşme yolculuğu, aradığı kapının
anahtarlarıydı.
Annesinin bol dere otlu kabak dolmasını özlemişti; burnunda tüttü... Bu kadar plan yapmışken, basit bir mutluluk reçetesi varmış aslında, diye düşündü; “annemin yemekleri...”
...
YanıtlaSilteşekkürler, emeğinize sağlık...
YanıtlaSilİnsan basit mutlulukları en iyi kaybedince anlıyor☺️
YanıtlaSilMutluluğu tasarlayabilmesi için önce mutluluğun tanımını yapmak gerekir... gerçek mutluluk nedir? Mutluluk zannettiğimiz şey gerçek mutluluk mu?
YanıtlaSilMutlu olmak için yaptılanlar nasıl oluyor da mutsuz olmaya sebep oluyor?
YanıtlaSilİnsan hep uzaklarda arar mutluluğu... oysaki bir tabak kadar yakınında :) bazen zeytinyağlı kabak bazen ekoseli bir kazak..
YanıtlaSilMutluluk insanın çok da uzağında değil aslında...
YanıtlaSil